
Saliha GÜLTAŞ*[1]
Aşırı sağın yükselişi, günümüz kapitalizminin krizlerinden ve çelişkilerinden kaynaklanan küresel bir dalgadır. Bu, en azından Ugo Palheta'nın son kitabı “Yeni Faşist Enternasyonel”[1]de savunduğu tezdir. Palheta, aşırı sağcıların – milliyetçi oldukları kadar– sadece birbirlerine ilham vermekle kalmayıp, aynı zamanda uluslararası ölçekte örgütlendiklerini ve esasen eşitlik nefretine dayanan sınırların ötesinde ortak bir akıl oluşturduklarını vurgulamaktadır. Bu nedenle tarihsel anımız, yalnızca halihazırda var olan mücadelelere dayanan, ezilenlerin Uluslararası Birliği'nin inşasının durdurabileceği bir "yeni faşist enternasyonalin" doğuşu ve yükselişi olacaktır.
Burada, Neofaşizm olan bu arındırıcı milliyetçiliklerin hangi koşullar altında doğabileceğini sorgulayan kitabın bir bölümünün okunmasını öneriyoruz.
Neo-faşizm halihazırda küresel bir güç. Yeni bir hegemoni bulmak amacıyla, nüfusun hem önemli uç kesimlerini hem de siyasi ve medya elitlerinin tüm sektörlerini çekmelerine olanak sağlayan bir ‘’manyetik alan’’ oluşturulmuştur
Bu çekim gücü yoğunluğu bir ülkeden diğerine; tarihlerine, Neofaşizmin karşılaştığı dirence, yönetici sınıfların radikal milliyetçiliğine uygunluğuna, ırkçı ve otoriter fikirlerin nüfuz etmesine vb. göre değişiklik gösterir.
Ancak Neofaşist dinamik, bu ölçekte ortaya çıkan bir fenomenden kaynaklandığı için küreseldir: Neoliberal kapitalizmin ortaya çıkışı ve ardından krizi. Sosyal, ekonomik, çevresel ve elbette politik açıdan çok yönlü bir kriz…
Siyasi kriz belirli bir ulusal liderin kişiliğine, şurada ya da buradaki yolsuzluk skandallarına, bazılarının yaptığı kötü seçimlere ya da egemen politikanın diğer konjonktürel ve olumsal yönlerine bağlı değildir. Egemen sınıflar tarafından dünyanın her yerinde (kendilerine karşı gösterilen dirence göre farklı oranlarda) onlarca yıldır dayatılan özelleştirme, güvencesizlik ve mülksüzleştirme politikalarının uzun vadeli etkilerini ifade eder.
Bir hegemonya krizinin büyüklüğüne veya derinliğine sahip böylesine bir siyasi kriz: büyük neoliberal yıkımla uğraşan siyasi partilerin çoğunun meşruiyetlerinin ve sosyal tabanlarının önemli bir bölümünü kaybetmeleri veya hatta tamamen batmaları anlamında bir siyasi temsil krizi; siyasi kurumlara olan inanç krizi, sürekli artan çekimserlik oranları ile gösterilmiştir; egemen sınıflar ve nüfusun geri kalanı arasındaki tüm arabuluculukların krizi (ki bu krizin en az boyutu basın ve baskın medya krizi değildir); bunun haricinde de 1970'lerin sonundan beri bu sınıflar tarafından yürütülen projenin, yani neoliberal projenin bir krizi.
Bu proje, bireyleri tam potansiyellerine ulaşmalarını engelleyecek her türlü kısıtlamadan kurtarmayı, “yaratıcı” ve “yenilikçi” olmayı, potansiyellerini gerçekleştirmeyi, yeteneklerini veya liyakatlerini göstermeyi, kısacası sermayelerini büyütme yeteneğine sahip (küçük veya büyük, maddi veya insani) birer girişimci olmayı vaat etmiştir. Projeye göre zenginleri ve işletmeleri daha az vergilendirmek zenginlik üretimini teşvik edecektir. Bunlar daha sonrasında "sosyal piramidin" tepesinden altına doğru "sızacaktır.” diye adlandırılır, böylece herkes yenilenen büyümeden yararlanacaktır. Bu fanteziler tamamen bireysel, üretken ve ticari bir hayal gücü oluşturmak yerine; sermaye birikiminin, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin (veya bozulmasının), çevrenin tahrip edilmesinin ve en zenginlerin zenginleştirilmesinin yeni bir aşamasıydı. Bu, özellikle işçileri en acımasız rekabete maruz bırakmak ve devleti kısa vadede maksimum kar mantığının en ayrılmaz hizmetine, çoğunluğun zararına, doğaya, aynı zamanda üretken yatırımlara (özellikle tüm nüfuslar için yararlı olan altyapıya) tabi tutmak anlamına geliyordu.
Neoliberal proje, iktisatçıların “Fordist” olarak tanımladığı ve sınıflar arasında sosyal uzlaşmaya, güçlü sendikalara, sosyal hakların ilerlemesine, çalışanlar için daha az elverişli bir servet paylaşımına dayanan tarihsel dönemin ardından yeni bir sağduyu üreterek ve yeni bir etki uyandırarak toplumsal düzene rızayı şekillendirmeyi ve hegemonik olmayı amaçlamaktadır. Neoliberal proje, kolektifin ve kamunun düzenine ait olan her şeyi yozlaştırarak, kendi bakış açısına göre, şüphesiz başarıya ulaşmışsa da bugün paramparça olmuştur çünkü genelleştirilmiş bolluk ve kurtuluşun çifte vaadi asla yerine getirilmemiştir. Aksine, toplumların, özellikle gençlerin, kadınların ve ırksal azınlıkların büyük ölçekte karşı karşıya kaldığı şey güvencesizlik ve yabancılaşmadır.
Bu nedenle neoliberal politikaların etkilerini oluşturduğu, eşitsizlikleri arttığı, küçük bir azınlığa yönelik uygunsuz mal varlığının belirtileri giderek daha fazla görülürken, nüfusun bütün kesimleri artık geçinemez hale geldi ve hükümetler, giderek mülk sahiplerinin vekilleri olarak daha belirgin hale geldi.
Neofaşizm tam da bu noktada, hegemonik bir bakış açısıyla neoliberalizmden devralmaya çağrılan siyasi bir güç olarak sahneye çıktı. Anlamadığımız şey ise, Faşizmi silahlı çetelere veya siyasetin militarizasyonuna indirgediğimizde, bunun basit bir dizi baskıcı teknik veya yıldırma yöntemi değil, hegemonik bir çağrıya sahip politik bir proje olduğudur. Faşizm sadece dövmekle kalmaz, baştan çıkarır da. Ve bu bakış açısına göre, gücü tüm sınıflar için bir çekiciliğe sahip olabileceği gerçeğinde yatmaktadır:
–Neoliberalizmin yolunun sonuna geldiğini anlayan birtakım seçkinler için (ekonomik bir doktrin olarak değil, politik bir proje olarak);
–(Kendileri veya çocukları için) Aşağılanma korkusu ve çeşitlilik nefretiyle eziyet çeken orta veya küçük burjuva tabakalar için;
–Ve giderek artan yoğun rekabete maruz kalan ve güvenilir bir siyasi alternatiften yoksun bırakılan işçi sınıfının çeperleri için.
Bu nedenle, faşizm ve Neofaşizmin ideolojik gücü böylece ikili düzeyde müdahale edebilmektedir: potansiyel olarak savunacak bir şeyi olan -ya da savunacak bir şeye sahip olduğuna inanan- herkes için yerleşik toplumsal düzenin bir savunması olarak; ama aynı zamanda mülksüzleştirilmiş veya mülksüzleştirme tehdidi altında olanlar -veya kendilerini mülksüzleştirilmiş sayanlar- için yeni bir düzenin vaadi olarak. Bu hegemonik boyutu ciddiye almak, tarihsel faşizmin iktidara geldiğinde neden orada muhaliflerinin beklediğinden çok daha uzun süre kalmayı başardığını anlamamızı sağlar. Faşizmin ortaya çıkışı, rızaya dayalı bir düzenden şiddete dayalı bir düzene geçiş değil, başka bir deyişle tamamen baskıya dayalı bir gücün doğuşu değil, rızayı inşa etmenin yeni bir yoluna geçiştir. Bu nedenle faşizm sosyal düzeni korumaya veya sağlamlaştırmaya yardımcı olur, diğer bir deyişle, geleneksel siyasi temsilcilerinin sosyal tabanlarının zerre kadar küçüldüğünü gördüğü tarihsel bir anda, kapitalizmin hegemonik bir şekilde yenilenmesini sağlar.
Faşist hegemonya, yoğunlaştırılmış güç kullanımına (ancak hiçbir güç biçimi yalnızca rızaya dayanmaz) ek olarak, yeni ideolojik denetim biçimleri ve artık siyasi çoğulculuğun ve hukukun üstünlüğünün, "birlikte yaşama" ve "sosyal diyalog ", özgürlük ve büyümenin olmadığı siyasi-kültürel bir eksenin ortaya çıkmasını ifade eder. Bu yeni eksen her yerinde şunlar vardır: Döneme ve ülkeye bağlı olarak, etno-ırksal terimlerle tasarlanan, ancak her zaman bir "yabancı parti" ("Fransa karşıtı", "Amerikalı olmayan", "vatandaş karşıtı" vb.) oluşturdukları için cezalandırılması gereken düşmanlara karşı dönen bir "ulusal topluluk" un her şekilde korunmasıdır. Peki kim bu düşmanlar? Görünür mevcudiyetleri bile ulusun “kimliğine” sadık kalmasını engelleyebilecek azınlıklar; toplumsal hareketler, çünkü tüm "doğal" hiyerarşileri ortadan kaldırmayı amaçlıyorlar; “dürüst insanların” güvenliğini tehlikeye atacak, “gerçek vatandaşlar”ın işlerini işgal edecek ve sosyal hesapları tehdit edecek göç; nihayet ulusu "küreselleşme"nin tüm rüzgarlarına açacak seçkinler.
[1] Ugo Palheta’nın makalesi Crise du capitalisme et ascension du néofascisme contretemps.eu’da yayımlandı; Saliha Gültaş çevirdi.
Comentarios