
GİRİŞ
Latin Amerika tarihi; içerisinde pek çok savaş, özgürlük hareketi ve kayıp barındıran bir tarihtir. 15. yüzyılın hemen sonlarında keşfedilen bu yeni coğrafyayı tanımak için gelen Avrupalılar beraberinde yerli halkın daha önce karşılaşmadığı birçok hastalığı da beraberinde getirmiştir. Batılı ülkelerin belirlediği medenileşme düzeyine ulaşmaları için ellerindeki zenginlik ve hammaddeleri bu batı toplumuyla paylaşma zorunlulukları olduğu belirtilmiş ve yeri geldiğinde onların getirdiği hastalıklara yeri geldiğinde Avrupalıların askeri teknolojilerinin üstünlüğüne karşı koyamadıkları için gelecekleri bu devletlerin insafına kalmıştır. Yeni bir toplumun, onların kontrolünde olabilecek bir toplumun, kurulması için dünyanın dört bir ucundan insanlar gelmiş, şehirler oluşturulmuş ve El Dorado’yu bulmayı amaçlamışlardır. Feodal sistemin ortadan yok olmasından önce yaşanan Haçlı Seferleri’nin en önemli nedeni “maddiyata ve zenginliklere ulaşma ümidi” adına yaşanan olaylar Latin Amerika’da da vuku bulmuştur. Zaman içerisinde İspanya Krallığı çerçevesinde gelişen sömürge politikaları, koloni halkının ve yerli halkın mevcut sisteme karşı çıkmasına sebep olmuş ve halkın genel düşünce yapısını siyasal düzenin değişmesi, hatta mümkünse yıkılması yönünde değiştirmiştir. Otoriter yönetimin üstünlüğünü hiçe sayan bir alt otorite oluşturulmuş, krallığın çatırdayan dönemleri ile adaletsizlik ortamı giderek artmış ve Latin Amerika’nın yeni tarihi gerçek anlamıyla oluşmaya başlamıştır. Yeni genel profiliyle bölge ülkelerinde zamanla sol görüşler yayılmaya başlamış ve siyasal düşünce oluşmaya başlamıştır.
1.
1. Yeni Kıtanın Keşfi ve Sömürge Faaliyetleri
1492 yılında Kristof Kolomb, Hindistan’ı bulma umuduyla yeni coğrafyaya ayak basmıştır. Bulduğu toprakların çeşitli zenginliklerle dolu olduğunu fark eden bu Avrupalı yabancılar bölgenin yerleşime uygun olduğunu, ileride İspanya’nın dünya hakimiyeti gayesini gerçekleştirmesi için bu bölgenin ele geçirilmesinin önemli olduğunu belirtmişlerdir. Keşfin ilk yıllarında sayı olarak yetersiz olan İspanyollar, bölgede yerleşim yeri oluşturacak kadar kaynağa ve güvenliğe sahip değillerdi. Üretim kaynakları olmadan bölgenin kalıcı nüfusu haline gelemeyeceklerinin farkında olmalarına rağmen bazı uygarlıklardan yardım talebinde bulunsalar da kimse bu ileri teknolojiye sahip yabancılara güvenememiştir ve İspanya’nın bölgede hakimiyet kurması yakın bir geleceğe ertelenmek zorunda kalınmıştır. Döndüklerinde ise daha kalabalık bir gruba sahip olan İspanyolların yerleşke oluşturma stratejisi diğer rakiplerine göre biraz farklı olmuştur. Bölge yerlileri ile kısa sürede tanışan İspanyollar, farklı kabileler tarafından farklı şekilde karşılanmıştır. Kimisi onları kutsal inançlarında yer alan kurtarıcı, yüce gönüllü beyaz adamlar olarak görmüş, ilahi bir sevgi ile yaklaşmış kimisi de onların açgözlü yabancılardan başka bir şey olmadığını ve onların sahte sakinliğine inanmayacaklarını belirterek tetikte beklemişlerdir. İlk zamanlarda bu yerlilerle iş birliği yapmayı mantıklı bulmuşlar ve temkinli davranmışlardır.[1]
Fakat zamanla Avrupalıların bağışıklığı olan hastalıkların yerlilere bulaşmasıyla büyük bir kırılma yaşanmaya başlamış, İspanyollar da bu fırsatları değerlendirmek için doğru anı beklemişlerdir. 1493 yılında Kolomb’un ikinci seferinde kurulan Hispanolia kolonisi ile Avrupa halkı Karayipler’e yerleşmeye başlamıştır.[2] Büyük insan toplulukları daha büyük salgınlar anlamına geldiği için Latin Amerika’da engel olunamaz bir salgın başlamış ve çiçek hastalığından nüfusun büyük bir çoğunluğu yok olmaya başlamıştır. 250 bin nüfusu olan bu koloninin 1560 yılında nüfusu 500’e kadar gerilemiştir. İspanyolların bu hastalıklardan dolayı zayıflayan uygarlıkların zenginliklerini ele geçirme isteği giderek alevlenmiş ve Şipka, İnka, Maya, Aztek gibi birçok uygarlığı ortadan kaldırmışlardır.[3]
Antik tapınaklarda yer alan altın ve gümüş plakalar dahi sökülmüş ve batıya götürülmek üzere gemilere yüklenmiştir. Bu maddi değerlerin kaynakları yer yer keşif yer yer hayatta kalan yerliler sayesinde bulunmuş, yerliler bu madenlerde çalışmaya zorlanmıştır. Fakat hastalıklar sonucunda azalan nüfus paralel olarak iş gücünü de azaltmış ve insan ihtiyacı doğmuştur. Bölge keşfine çok yakın bir zamanda başlayan Afrikalı köle ticareti, Avrupalıların iş gücü ihtiyaçlarının karşılanması için büyük bir fırsat olarak görülmüş ve bölgeye köle getirilmeye başlanmıştır.[4] Uzun süren yolculuklarda gemide yolcuğun büyük bir bölümünü aç ve susuz geçirmek zorunda kalmışlar ve birçoğu hedefe ulaşana kadar hayatını kaybetmiştir. İstedikleri sayıda insan gücüne ulaşamadıkları için bu ticaret neredeyse sürekli hale gelmiştir. Her ne kadar İspanyollar bölgede daha önce görmedikleri bitkilerin üretimiyle de ilgilenmiş olsalar da onlar için asıl önemli olan altın ve gümüş rezervlerinin işlenmesi olmuştur. Bölgenin zenginliğinden dolayı İspanya birkaç sene içerisinde bölgeden 2 milyon ons altın elde etmeyi başarmıştır. Böyle bir kaynağa sahip olmak ve bunu sonuna kadar kullanmak onlar için bu bölgedeki hakimiyetlerini kalıcı kılacak ya da onlara yeni kazanç yaratacak alternatifleri aramaktan daha cezbedici bir durumdu. Burada bulundukları dönem boyunca kurdukları şehirler ve anavatandaki savaşlar bu rezervlerden finanse edilmiştir.[5]
1.1. İspanyol Sömürge Sistemi
İspanya, Yeni Dünya’yı keşfinden kısa bir süre sonra bölgenin egemen gücü haline gelmiştir. Zamanla sınırlarını genişleten İspanya Krallığı, bölgedeki denetimi sıkı tutmak istiyordu. Bu nedenle olası bir başkaldırı veya savaş durumunda duruma hemen müdahale edilmesi ve bu olası durumlar yaşanmadan aksiyon almaları için bölgeye yerleşimcilerden önce varan asker ve kaşifler, gelişen sınırların beraberinde getirdiği yapılanma ile vali ve kraliyet görevlisi unvanıyla bölgede kalıcı hale getirilmiştir. Oluşturulan kurumsal sisteme kısa sürede işlerlik kazandırılmış ve yerleşimcilerin gelişi için hazır hale getirilmiştir.
Bölgede kurulacak her özerk koloni yönetimi, İspanya Krallığı tarafından denetlenecek ve İspanya Devlet teşkilatına benzer bir yapı oluşturularak merkezi otorite bölgede yayılacaktı. Ele geçirilen bölgeler Yeni İspanya, Yeni Granada, La Plata ve Peru valilikleri oluşturularak bölgesel yönetimlerin denetiminden sorumlu olan valilikler bu genel valiliklere atanmıştır. Bu merkeze bağlı valilik sistemi “Yerli Yasaları” adında bölgedeki yönetim sistemini ve bölge halkının haklarını belirten bir mevzuat ile yürütülmekteydi. Bu denetim ve teftiş sistemi 1524 yılında kurulan Yerliler Konsili ile ulaşılabilecek en üst seviyeye taşınmıştır.[7]
Yerliler Konsili, anavatandan gelen kanun ve uyarıları inceliyor ve en uygun haliyle yürürlüğe sokuyor, bölgede çalışacak olan görevliler için uygun adayları belirliyor ve eliyor, yerlilerin haklarını ve yaşamlarını koruyordu. Yerliler Konsili aslında bir nevi bölgede güçler birliğini elinde tutmaktaydı ve yalnızca yürütme organı görevi kralın danıştığı zamanlarda etkindi.[8] Sistem olarak Yerliler Konsili, bölge yönetiminden sorumlu görevlilerin merkezi yönetime bağlılıktan yoksun bir şekilde hareket etmelerinin önüne geçmek ve koloni halkıyla bir yaşayan yerlilerin bireysel hak ve özgürlüklerini korumakla yükümlü olmuştur. Bu sistem belirtildiği gibi hükümdarın İspanyol Amerika’sındaki yansıması olarak kabul edilmekteydi. Fakat her ne kadar bu sistem gölge görevi görmeye çalışsa da gölgenin kendisi ve kaynağı ile arasında bulunan bir okyanus boyu mesafe bu sistemin zamanla etkisini kaybetmesine ve devlet görevlilerinin yozlaşmasına sebep olmuştur. Bölge yönetiminin adalet duygusunun gelişimine en önemli katkılarından birisi de hizmet süresi dolan veya hür iradesiyle hizmetten ayrılacak olan valilerin ve görevlilerin mahkemeye karşı görev süresi boyunca gerçekleştirdikleri her adımın hesabını vermekle yükümlü olmalarıydı. Fakat bu durum yukarıda belirttiğimiz sebeplerden dolayı zaman içerisinde etkisini yitirmiştir.
Sistemin genel yetki alanını kaybettiği bir diğer konu da toprak yönetimi ve halk denetimiydi. İspanyol krallığının güç kaybetmeye başladığı dönemlerde bölge yönetiminden sorumlu olan ve bölgeye yerleştiklerinden kısa bir süre sonra kraliyet görevlisi adını alan askerler, yeni bir “Amerikan feodal sistemi” oluşturmaya başlamışlardır. Sorumlu oldukları toprakların gelirlerini ve bölge halkının vergilendirmelerini yalnızca kendi hazinelerine eklemeye başlamışlardır. Ayrıca en başından itibaren işgalci İspanyol asker kesiminin düşünce yapısında yer alan fakat Konsil sayesinde getirilen kısıtlamalar ile azaltılmaya çalışılan yerli halkın istismar edilmesi durumu yozlaşan yasal sistem ile tekrardan gözle görülür bir şekilde ortaya çıkmıştır. “Encomiendo” sistemi olarak adlandırılan sistemde encomenderolar, yerlileri Hristiyan inancına kazandırmak ve yaşam, barınma gibi haklarının sağlanması karşılığında hizmetlerini satın alma hakkına sahiplerdi. Fakat yarı feodal sistemin ortaya çıkmasıyla beraber yerlilerin sahip oldukları bu temel haklar feodal liderlerin genel yasal düşüncelerindeki etkisi merkezi sistemin bağlayıcının ortadan kalkmasıyla görmezden gelinmeye başlanmıştır.[9]
Temel düşünce yapısı olarak İspanya böyle bir feodal düzenin, daha doğrusu toplumsal hiyerarşi ve ırksal çatışma ortamının oluşmasını planlamamaktaydı. İspanya’nın asıl isteği İngilizlerin tıpkı Kuzey Amerika’da yaptığı gibi toplumsal çatışmalardan ve pozitif ayrımcılıktan yoksun bir koloni sistemi oluşturmak ve Amerika’da sağlam temelli ve kraliyetin benimsediği sistemle yürütülen bir eyalet düzeni oluşturmaktı. Bu ideal düzen oluşturulamadığı gibi yerlilere aç ve susuz çalışma şartlarında ağır sorumluluklar yüklenmiş, madenlerin işlenmesinde maksimum verimi minimum giderle karşılamaya çalışmışlardır. Feodal beylerin yerlileri halktan ayırarak gayri resmi bir düzende köleleştirmeleri ve elverişsiz yaşam koşullarının sonucunda yaşam kayıplarının olması İspanyol devletine olan itaat duygusunun yerlilerde ve koloni halkında da zayıflamasına sebep olmuş ve başkaldırı ateşi yavaş yavaş yanmaya başlamıştır.
1.
2. Bağımsızlık Hareketleri
Avrupa’nın boyunduruğu altında yaşamaya mahkûm olan sömürge halkları için yeni bir başlangıcın olacağı dönem 19. Yüzyıl itibariyle başlamıştır. Bu yüzyılın başından itibaren Avrupa’da yaşanan çalkantılı ortamdan faydalanma fırsatını bulan koloni halkları yöneticilerine başkaldıracak ve özgürlüklerini isteyecektir. Her adımları dünya siyasal sisteminin değişmesine sebep olduğu gibi birçok tarihi olaya da esin kaynağı olacaklardır. Fransa’nın koloniciliğin lideri olan İspanya’nın ünvanının elinden alınmasına neden olacak İspanya işgali ile siyasal düzen bozulacak ve zamanla sistemde yaşanacak değişiklikler günümüz Latin Amerika ülkelerini oluşturacaktır.
2.1. Fransa’nın İspanya’yı İşgalini Takip Eden Süreç
Latin Amerikalıların bağımsızlıklarını kazanmalarındaki en büyük etken hiç kuşkusuz Napolyon yönetimindeki Fransa olmuştur. 1808 yılında Napolyon Bonapart ve ordusu İspanya Krallığı’nı işgal etmiş ve kardeşi Joseph’i krallığın başına geçirmiştir.[10] Doğal olarak bu durum yalnızca İspanya ülke sınırları içerisinde değil İspanyol kolonilerinde de endişelerin belirmesine sebep olmuş ve hükümdarın yokluğu boyunca sistemin ve sosyal ortamın ne derecede değişime uğrayacağı merak konusu olmuştur. Fransa’ya bağlı olan yeni hükümdarlık, bölgeye bir temsilci göndererek eski mevcut düzende yer alan vergi mükellefiyetlerinin devam edeceğini belirtmiş ve halktan ödeme yapmalarını talep etmiştir. Fakat anakaranın işgalinden önce yeni kıtaya giren Fransız Devrimi’nin oluşturduğu düşünce sistemi yerli halk ve kreoller üzerinde etkilerini göstermeye başlamış, tıpkı ABD gibi bağımsızlık istekleri kabartmıştır. Yanı başlarında gerçekleşen özgürlük hareketleri ve kölelik karşıtı politikaların İspanyol kolonileri üzerinde de uygulanmasını isteyen kesimin çoğunluğu göz ardı edilemeyecek kadar fazla olmuştur. Aslında biraz daha geriye gidildiğinde, Bourbon hanedanlığının İspanya’ya onları işgal etmeden önce serbest ticaret ortamı ve buna benzer bazı liberal hareketleri, yardım etmesi karşılığında dayatması ile Kreoller yavaş yavaş liberal düşüncelerin getirdiği özgürlük fikriyle dolmaya başladığı ve bağımsızlık savaşının temelleri asıl olarak bu noktada atılmaya başlandığı rahatlıkla görülebilmektedir.[11]
Hâlihazırda liberal düşünce akımından etkilenmiş olan bölge halkı kendilerine göre oluşan otorite boşluğunu doldurmak ve özgürlüğe ulaşmak için örgütlenmeye başlamıştır. Kreollerin önderliğinde cuntalar oluşturulmuş ve artık bir nevi Fransız yönetimi altında olan valilere karşı direnç gösterilmeye ve bölge yönetimleri ele geçirilmeye çalışılmıştır. Her ne kadar Napolyon karşısında hükümdarları Ferdinand’ı savundukları için milliyetçi duyguları bahane ederek bu koltuğu ele geçirdiklerini belirtseler de gerçek onların da bildiği üzere çok açıktır; Kreol cuntaları hükümdarları için değil liberal düşüncelerle beraber gelen maddi bolluğun ve bireysel özgürlüğün damakta kalan tadına bağımlı hale geldikleri için ele geçirmişlerdir. Daha fazlasını kazanmak gibi bir fırsatları varken İspanya Krallığı’nın belirlediği sınırlar içerisinde ticaret yapmaya bölge halkının büyük bir kısmı gönüllü olmamıştır. 1810 yılından itibaren Karakas, Buenos Aires, Santiago gibi bölgelerde kurulan cuntalar özerk yönetimlerini ilan etmeye başlamıştır.[12]
2.2. Simon Bolivar ve İspanya’dan Ayrılan Ülkeler
1810 yılı itibariyle başlayan özerk yönetim furyasının Kral Ferdinand’ın dönüşüne kadar sürmesi ve Fransa’ya bölgenin yönetiminde söz sahibi olması için fırsat verilmemesi planlanmıştır. Fakat 1814 yılında Kral Ferdinand’ın tekrardan tahta geçmesiyle, planlanan konuların aslında tamamen içsel bir yanılgıdan ibaret olduğu anlaşılmış, hükümdarın tekrardan krallığın malı olması için çalışmalara başladığı Latin Amerika sömürge devletleri mensubu cuntalar bu girişime karşı çıkmıştır. Yaşanan bazı ayaklanmalar ile krala bölge halkının bazı istekleri kabul ettirilmiş ve bölgede tam anlamıyla özerklik düşüncesi hâkim olmuştur.[13]
Bağımsızlık hareketlerini üstlenen cuntaların kreoller yani bölgede yerli halk ile karışmış olan İspanyol kökenli vatandaşlar tarafından oluşturulduğu yukarıda belirtilmişti. Bu cuntaların başlarında Avrupa’da, özellikle İspanya’da, eğitim almış isimler bulunmaktadır. Bu “komutanlardan” en ünlüleri ise Simon Bolivar’dır. Bolivar, 1783 yılında Karakas’ta bölgenin en zengin ailelerinden birisinin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Eğitim hayatı için 1804-1807 yılları arasında Avrupa’ya gönderilen Bolivar 1807’de karışıklıkların henüz yeni başladığı Karakas’a dönmüştür. Burada başlayan bağımsızlık hareketlerine katılmaya karar vermiş ve kısa sürede genç yaşına rağmen bağımsızlığın önemli sembollerinden birisi haline gelmiştir.[14] 1806’da Francisco de Miranda tarafından Venezuela için bağımsızlık girişiminde bulunulmuş fakat bu girişim beklediği desteği de alamamasıyla beraber başarısız olmuştur. [15]
1810 yılında Simon Bolivar’ın da bu orduya katılmasıyla beraber Venezuela’nın bağımsızlığı için tekrardan girişimde bulunulmuştur. 1811 yılında bağımsızlığını ilan etmeleri ve ulusal kongrenin de tanımasıyla beraber Venezuela resmen ülke haline gelmeyi başarmıştır fakat ülke içerisindeki taraflar arasında çatışmalar bitmemiştir. Kralcılar ve cumhuriyetçiler arasındaki çatışmalar devam ederken ülkede yaşanan bir deprem İspanya tarafından fırsat olarak değerlendirilmiş, ordusunu kısa bir sürede daha kalabalık bir hale getirmiş ve ayrılıkçılar üzerindeki baskısını arttırmıştır. Francisco de Miranda’nın liderlik ettiği ordu 1812’de mağlup olmuş ve Venezuela tekrardan İspanyol topraklarına katılmıştır[16]. Bu durum Bolivar tarafından kabul edilemez olduğu için bölgeyi terk ederek Cartagena’ya varmış ve bağımsızlık hareketine orada devam etmiştir. Burada yayınladığı Cartagena Manifestosu uzun yıllar boyunca bölge siyasetinde etkili olacak Bolivarcı düşünceyi ortaya çıkarmıştır. Manifesto genel hatlarıyla birlik ve beraberliğin öneminden bahsederken, ortak çıkarlar doğrultusunda atılmış her adımın liberal sistemde kulağa hoş gelen ayrıcalıklardan daha faydalı olacağı fikri bölge halkına aşılanmaya çalışılmıştır. 1813 yılında bu düşünce etrafında toplanan ordu ve cumhuriyetçiler ile Trujillo’da savaşın başladığı duyurulmuş ve bu savaşın siyasi taraf ayırmaksızın Amerikalılar ve İspanyollar arasında olduğunu belirtilmiştir.[17]
Bireylerin siyasal düşüncelerini ayırması zamanla bölgede nüfus bakımından çoğunluğu oluşturan Amerikalıları da öyle ya da böyle kendi tarafına çekmesi bakımından büyük bir önem teşkil etmekteydi. Bu bağımsızlık savaşı ırksal bir çatışmaya dönüşmüş ve genel anlamıyla yalnızca Venezuela için değil bütün Latin Amerika adına bağımsızlık hedeflenmiştir. Bolivar’ın önderliğinde yürütülen bağımsızlık savaşı 1819 yılına kadar çalkantılı bir şekilde devam etmiştir. Cumhuriyetçiler, yer yer güç olarak yetersiz kalmış fakat her seferinde mücadeleyi sürdürmek adına güç toplamayı başarmıştır. 1819’da en güçlü halde olan ordu tarafından ele geçirilen Bogota’da bağımsızlık ilan edildi ve Angostura’da kurulan kongre sonrası resmen Büyük Kolombiya Cumhuriyet’i kurulmuş oldu.[18]
Büyük Kolombiya Cumhuriyeti plan olarak Kolombiya, Venezuela ve Ekvador’u kapsayan bir federasyon devletiydi. Bu ülkelerin dışında Panama, Peru ve Bolivya’da ayriyeten kendi bağımsızlıkları için mücadele devam etmekteydi. Bolivar’ın düşüncesi doğrultusunda bu ülkelere yardım edilmesi ortak çıkara ulaşılması için gerekliydi. 1824’e kadar süren savaşlarda Porto Riko ve Küba dışındaki bölge ülkeleri özgürlüklerine kavuşmuş, İspanyol sömürgesi yıkılma noktasına gelmiştir.[19] Sadece iki ülkeye hükmeden İspanya toprakları kaybetmemekte ısrarlı olsa da yerel halktan zaman zaman yükselen yönetim karşıtı sesler ve ABD’nin bölgedeki çıkar çatışmaları bu toprakların 1899 yılında ABD’ye devredilmesine sebep olmuştur.[20]
3. Yeni Siyasal Düzen Çalışmaları
Özgürlüklerini elde eden Latin Amerika ülkeleri için asıl sorun bu ülkelerin hangi siyasal süreci izleyecekleridir. Bu dönemde oturmuş sisteme sahip olan ülkeler örnek alınmaya çalışılmış, bu sistemler bazen direkt olarak bazen de ülkenin sosyo-kültürel yapısına uyarlanarak uygulanmaya çalışılmış ve ülke yapısına en uygun olacak siyasal yapının oluşturulması hedeflenmiştir. Bu bölümde ise bu deneme ve yanılma süreçleri aktarılmaya çalışılmış ve günümüz Latin Amerika siyasal sistemlerin oluşumu açıklanmak istenilmiştir.
3.1. Liberalizm
1810 yılından itibaren bağımsızlık adımını atmış her ülkenin yenilikçi düşüncelerinin temelinde liberalizmin etkisi bulunmaktadır. Aydınlanma’nın da etkisiyle özgürlük hareketlerini hızlandıran liberal düşünce bölge halkının bağımsızlığa kavuşmasından sonra da varlığını sürdürmüş ve siyasal sistemin çerçevesi haline gelmiştir. Zengin kreoller çatışmalar sırasında elde ettikleri ayrıcalıkları bırakmamak için bu düşünceyi yönetime uydurmaya çalışmışlardır. Fakat yeni özgürlüğe kavuşmuş bu kara parçalarında köklü yönetim sistemlerine sahip ülkelere benzer bir politika benimsenmeye çalışılması birtakım sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu sorunlardan onlar için en önemlisi ise merkeziyetçiliğin yoksunluğu olmuştur. Her bölgede serbest ticarete dayalı bir ortamın olması yeni doğan hükümetlerin gelişmelerini engellemekteydi. Anayasal bir düzende oturtulmaya çalışılsa da liberal sistemler istenildiği gibi çalışmamış ve yenilgiye uğramıştır. [21]
Bunun üzerine Bolivar gibi ortak çıkarlar doğrultusunda hareket etmeyi planlayanlar ile liberal düşünce etrafında toplanmış kişilerin düşüncelerini harmanlamak ve merkeziyetçiliği güçlü kılabilecek bir meşruti monarşi sistemi geliştirilmesi fikri ortaya atılmıştır. Bu monarşik sistemde bireysel özgürlükler ve bazı liberal ekonomik politikalar da yer almaktaydı. Bu sistemin Avrupa’daki gibi işlemesi için de yönetimde bir Avrupalının olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Bu fikir doğrultusunda Meksika’ya bağımsızlığını kazandıran Agustin de Iturbide’nin iktidarından sonra tahta Habsburglu I. Maximilian çıkmıştır.[22] Fakat bu durum cumhuriyetçiler ile monarşi yanlısı kesim arasında gerilimin artmasına ve siyasal düzenin karışmasına neden olmuştur. 1864-1867 yılları arasında hüküm süren I. Maximilian 1867’de cumhuriyetçiler tarafından infaz edilmiştir.[23] Cumhuriyetçi düşüncelerden kopulması halkı huzursuzluğa sürüklediği için monarşik düzen ideasından uzaklaşılmış ve siyasi düşüncenin temelini oluşturan liberal cumhuriyet anlayışına sadık kalınmaya çalışılmıştır.
20. yüzyıla kadar genel olarak bölge ülkeleri sahip oldukları hammadde zenginliği sayesinde gelişmeye ve şehirleşmeye başlamıştır. 19. yüzyıl ortalarından itibaren ihracata dayalı bir ekonomik plan çevresinde gelişen politikalar ile sağlanan gelir paralel olarak nüfusun artmasına ortam sağlamıştır. Zamanla artan nüfus işçi sınıfının popülasyonunun artmasına sebep olurken sosyo-ekonomik sorunları da beraberinde getirmiştir. Liberal ekonomiye dayalı bir sistemde yerel halkın politik olarak söz sahibi olduğu bir ortam bulunmamaktaydı. Fakat nüfusun artması ve çalışma şartlarının zaman içerisinde değişmesiyle daha önceden ideolojiden yoksun olarak kurulan sivil toplum kuruluşları ve sendikalar siyasal olarak etkinleşmeye başlamıştır. Üretimin büyük pay sahibi olduğu bir ekonomide haklarını savunmak isteyen orta sınıf politikaya atılmaya başlamış ve kapitalist düzene karşı daha önce bölgede bulunmayan bir rakip oluşturulmak hedeflenmiştir.
Köleliğin kalkmasına rağmen bu yeni tarıma dayalı üretim sisteminde tarımsal alan sahiplerinin belirlediği ücretler ve çalışma saatlerinin bir nevi modern kölelik anlamına geldiği düşüncesi alt ve orta sınıf içerisinde yayılmaya başlayınca var olan siyasal ve ekonomik sistem değişmeye başlamıştır. 1990 yılında küreselleşen ekonomi politikaları neoliberal politikaları bölgede rakipsiz bir lider haline getirmiştir. Küba dışında neredeyse her Latin Amerika ülkesinde uygulanan bu politikaların bir süre sonra yükseltilmesi amaçlanan refah seviyesine herhangi bir katkısı olmadığı gibi azaltmaya sebebiyet verdiği gözlemlenmiş, bitmeyen kriz ortamları gibi uzun süreli sorunlar doğurmuştur. 1980 yılında Latin Amerika halkının %40,5’inin yoksulluk içinde yaşaması ve bu oranın 1990’da %48,3’e yükselmesi neoliberalizmin ölü ya da bölge sistemine uymayan bir ekonomi politikası olduğunu gözler önüne sermektedir.[24]
3.2. Sosyalizm
20. yüzyıl itibariyle halkın siyasete katılımının artması ile bazı bölge devletlerinin politikaları sorgulanmaya başlanmıştır. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde liberal ekonomiye sadık kalan ülkelerde yavaş yavaş yabancı şirketlerin gelirlerindeki pay ve pazardaki üstünlükleri artmaya başlayınca bu politikaya bakış açısı değişmeye başlamış ve yeni bir siyasal düzen arayışı içine girilmiştir. Özel sektörde yer edinmeye çalışan orta sınıf zamanla değişen uluslararası ticaret piyasasında söz sahibi olamamasına rağmen ortaya çıkan ticari bunalımların ve değişken pazar fiyatlarından en çok etkilenen kesim olmuş ve proletaryaya dahil olmuştur.
ABD destekli şirketlerin etkilerinin fazlasıyla görüldüğü Küba gibi ülkelerde sosyal düşünceler bölgenin tamamına oranla daha erken yayılmış ve hayata geçebilmiştir. 1959 yılında liberal politikaya açtığı savaşı kazanan Castro ve arkadaşları diğer ülkeleri de bu ideoloji etrafında toplamayı ve sosyalizmi yaşatmayı hedeflemiştir. Asıl olarak I. Dünya Savaşı sonrası Rusya’nın ideolojik olarak değişime gitmesi genel olarak dünya ülkelerinin dikkatini çekmiş ve yakından incelenmesine sebep olmuştur. Bu yönetimin halkın üretime katılımı düşüncesi etrafında gelişmesi bölgenin bazı sorunlarının cevabı olabileceği düşüncesini doğurmuştur. Küba devriminin de etkisiyle halkta mevcut yönetimlere karşı sesler giderek yükselmiş, çoğunlukla aynı dili konuşmalarına rağmen aynı şartlar altında yaşayamamaları huzursuzluk ortamının artmasına sebep olmuştur.[25]
1990 itibariyle sosyalist düşünceler tavan noktasına ulaşmış, neoliberal politikalara karşı gelinmiş ve yabancı sermayenin yarattığı ekonomik sıkıntılarla boğuşmak zorunda olan orta-alt sınıf için umut doğmuştur. Eşitlikçi büyümeyi hedefleyen devlet politikaları yabancı sermayelerin liderliklerini bitirmek adına devletleştirmeye başvurmuş, sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşım sıkıntısı yaşayan halka sosyal yardım programlarıyla destek sağlamıştır. 1992’de Venezuela’da Chavez ve destekçilerinin darbe girişimiyle beraber yükselen sosyalizm siyasette etkinliğini arttırarak 1998’de resmi bir seçimle liberalizmi resmen yenerek bir ülkenin ana ideolojisi olmayı başarmıştır. Bolivarcılık ekolüyle yetişen Chavez, yerel ekonominin büyümesini ve çevre ülkeleri ortak bir alanda toplamayı hedeflemiştir.
2011 yılına kadar yapılan seçimlerde sosyalizm yükselişini sürdürmüş Şili, Brezilya, Arjantin, Uruguay gibi ülkelere yayılmayı başarmıştır. Siyasal düzenin değişmesiyle beraber ABD’nin ticari ve bazı siyasi müdahaleleri bulunmuş, yeni ticari ortak arayışlarına girilmiştir. Bu ticaret mantığı ülkeleri çok zengin hale getirmese bile sosyal olarak halkın gelir eşitsizliğine bağlı sorunlarına çözüm üretmeyi başarmış ve eğitim, sağlık gibi hizmetlerin gelişmesini sağlamıştır. Sanayileşme adına sorun yaşayan ülkeler sanayileşme adına adımlar atmış ve en azından devletin kendi kendisine yetmesi amaçlanmıştır. [26]
Ayrıca sosyoekonomik alanda gelişme sağlanmaya çalışılmasının yanı sıra bu yeni siyasal düzenle birlikte insan hak ve özgürlüklerinin hukuksal alanda önemi arttırılmış, insan yaşamına verilen değer gösterilmek istenmiştir. Bolivya, Ekvador, Venezuela gibi ülkelerde yapılan yeni anayasalar ve Bolivya, Kolombiya, Dominik, Meksika gibi ülkelerde mevcut anayasalara getirilen düzenlemeler önceki yıllarda diktatörlük yönetimini bizzat tatmış olan ülkelerde yaşanan trajedilerden ders alındığının resmi bildirisi niteliğinde olmuştur. Dinsel ve ırksal çatışmaların, siyasal ya da toplumsal alanlarda meydana gelen sürtüşmelerden doğabilecek kötü sonuçların önüne geçmek amaçlanmıştır. [28]
SONUÇ
Latin Amerika bölgesi İspanyol koloniciliğinden itibaren bazı siyasal sistemlerin dayatılmalarına maruz kalmış, uzun süre siyasal olarak taban oluşturmakta zorluk çekmiş ve bu yüzden de fazlasıyla yenileşme arayışlarına girmiştir. Kolonyalizme karşı ilk seslerin yükseldiği andan itibaren köklü devletlerin ekonomik ve siyasal politikalarına imrenilerek bakılmış, bölgeye entegrasyonu için çalışmalarda bulunulmuştur. Liberalizmin uzun yıllarca bölgede lider olması günümüz ülkelerinin başlarda ayakta kalmasına ve siyasal alanda ortaklar bulmasına yardımcı olmuşsa da zamanla halk tarafında sorunlar doğurmuş ve ülke yönetimlerinin yozlaşmasına sebep olmuştur. Bu sorunları ortadan kaldırmak adına yeniden bir arayış içerisine girilmiş, halkın siyasette etkin olmasını amaçlayan kesimler politik sahnede ses getirmeye başlamış ve sistem değişikliğe girmiştir. Bu değişiklik sosyalist düşüncenin yükselişiyle sonuçlanmış ve tekrardan bir entegrasyon süreci gözlemlenmiştir. İki siyasal düzen oluşturma çabasının da temelinde çatışmaların yer aldığı ise kesin bir tarihsel gerçeklik kamuoyunda ortak fikir olarak kabul görmüştür.
Latin Amerika siyasetinde liberalizmin halk üzerindeki yıkıcı etkileri de sosyalizmin kurtarıcı olarak görülüp halkı tekrardan birliğe ve ortak çıkar mantığı etrafında toplamaya iten yapılanmanın da nedeni İspanyol koloniciliğinin yarattığı sosyal ve siyasal ortamın gelişimidir. Bolivar’ın ırksal çatışmaya yönlendirdiği özgürlük savaşı aslında bölge halkını birliğe sürüklerken, henüz bu fikrin ortada olmadığı önceki özgürlük adına atılmış adımlar da ekonomik ve sosyal hayallerin gerçekleşmesi durumunda kreollerin kazanacağı itibar ve maddiyat kamçılayıcı etken olmuştur. Her iki yaygın düşüncenin de temelinin bu savaşlarda atıldığını rahatlıkla görebiliyoruz.
Günümüzde ise küreselleşen dünyada zamanla etkisini kaybeden siyasal düşüncelerinin bu bölgede her zaman en son değişikliğe uğraması ise bazı durumlarda yıkıcı sonuçların doğmasına sebep olabilmektedir. Belirlenen siyasi politikaların doğruluğunun ya da etkililiğinin tartışılması yerine bu politikaların nereden ve nasıl geldiğini araştırmak yazının konusudur. Sonuç olarak verilen bilgiler genel bir alanda incelendiğinde siyasal ideolojilerin temellerinin sömürgecilik yönetimi altında doğduğu görülmektedir.
KAYNAKÇA
Kitaplar ve Kitap Bölümleri
Ferro, Marc. Sömürgecilik Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi, 2002.
Ünver, Metin. Sömürgecilik Tarihi. İstanbul Üniversitesi, Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Ders Kitabı.
Makaleler
Emre, Yunus, Latin Amerika'da Sosyal Demokrat Eğilimler, “Küresel Eğilimler Serisi”, (Ağustos 2013)
Özensoy, Ahmet Utku, 15 ve 16. Yüzyıllarda Sömürgecilik Hareketleri, Fiyat Devrimi ve Sömürgecilik İdeolojisi, “Tarih & Gelecek”, Cilt nu. 5, Sayı nu. 3 (Aralık 2019): 819-834
Özuğurlu, Soner Bayramoğlu, Latin Amerika'da Solun Yükselişinin Siyasal Sisteme Etkileri, “Mülkiye Dergisi”, Cilt nu. 36, Sayı nu. 274 (201): 13-35.
Yarar, Ayşe. Latin Amerika’da İspanyol Sömürgeciliği ve Simon Bolivar’ın. “History Studies”, Cilt nu. 5, Sayı nu. 1 (Ocak 2013): 391-403
İnternet Kaynakları
Britannica, History of Latin America, https://www.britannica.com/place/Latin-America/Challenges-to-the-political-order (E.T. 20.05.2021).
Britannica, The Independence of Latin America, 1998. https://www.britannica.com/place/Latin-America/The-independence-of-Latin-America (E.T. 10.05.2021).
Matthews, JL., Medium, The Execution of Maximilian I of Mexico, 22.06.2020, https://medium.com/exploring-history/political-executions-maximilian-i-of-mexico-699f65f237ca (E.T. 18.05.2021).
Minster, Christopher, ThoughtCo, Biography of Simon Bolivar, 'Liberator of South America', 04.04.2019, https://www.thoughtco.com/biography-of-simon-bolivar-2136407 (E.T. 15.05.2021).
Rivera, Faviola, Stanford Encyclopedia of Philosophy, Liberalism in Latin America, 01.02.2016. https://plato.stanford.edu/entries/liberalism-latin-america/ (E.T. 17.05.2021).
ThoughtCo, Venezuela's Declaration of Independence in 1810, 04.04.2019. https://www.thoughtco.com/venezuelas-declaration-of-independence-2136398 (E.T. 15.05.2021).
[1] Marc Ferro, Sömürgecilik Tarihi, (Ankara: İmge Kitabevi, 2002), s. 65. [2] Metin Ünver, Sömürgecilik Tarihi, (İstanbul Üniversitesi, Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Ders Kitabı), s. 38. [3] A.g.e. [4] Metin Ünver, “Sömürgecilik Tarihi”, s. 17. [5] Ahmet Utku Özensoy, 15 ve 16. Yüzyıllarda Sömürgecilik Hareketleri, Fiyat Devrimi ve Sömürgecilik İdeolojisi, “Tarih ve Gelecek Dergisi”, Cilt nu. 5, Sayı nu. 3, 2019. [6] A.g.e., s. 826. [7] Ayşe Yarar, Latin Amerika’da İspanyol Sömürgeciliği ve Simon Bolivar’ın. “History Studies”, Cilt nu. 5, Sayı nu. 1, (Ocak 2013): 395. [8] Yarar, Latin Amerika, 395 [9] Yarar, Latin Amerika,. 397 [10] Yarar, Latin Amerika, 398 [11] Britannica, The Independence of Latin America, 1998, https://www.britannica.com/place/Latin-America/The-independence-of-Latin-America (E.T. 10.05.2021). [12] Yarar, Latin Amerika, 398. [13] Yarar, Latin Amerika, 398 [14] Minster, Christopher, ThoughtCo, Biography of Simon Bolivar, ‘Liberator of South America’, [15] https://www.coreknowledge.org/wp-content/uploads/2018/05/CKHG_G6_U6_Independence_Latin_America_WTNK_C05_SimonBolivartheLiberator.pdf [16] ThoughtCo, Venezuela’s Declaration of Independence in 1810 [17] Yarar, Latin Amerika, 400. [18] Yarar, Latin Amerika, 401. [19] Yarar, Latin Amerika, 402. [20] Britannica, The Independence of Latin America, 1998. [21] Britannica, The Independence of Latin America, 1998. [22]Britannica, The Independence of Latin America, 1998. [23] JL. Matthews, Medium, The Execution of Maximilian I of Mexico, 22.06.2020, https://medium.com/exploring-history/political-executions-maximilian-i-of-mexico-699f65f237ca (E.T. 18.05.2021). [24] Yunus Emre, Latin Amerika’da Sosyal Demokrat Eğilimler, “Küresel Eğilimler Serisi”, 2013. [25] Britannica, History of Latin America, https://www.britannica.com/place/Latin-America/Challenges-to-the-political-order (E.T. 20.05.2021). [26] Emre, Latin Amerika'da [27] https://ourworldindata.org/grapher/income-inequality-in-latin-america [28] Soner Bayramoğlu Özuğurlu, Latin Amerika'da Solun Yükselişinin Siyasal Sisteme Etkileri, “Mülkiye Dergisi”, Cilt nu. 36, Sayı nu. 274, 2012, ss. 13-36.
Comments